Loading...
22.06.2022

Dava Dilekçesinde Soyut Ve Genel İfadeler Kullanılmayıp Somut İfadeler Kullanılmalıdır

T.C. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 
E: 2014/ 19856 
K: 2014 / 27673 
T: 14.10.2014

ÖZET: Dava dilekçesinde, somutlaştırma yükümlülüğünün yerine getirilmediği anlaşıldığından, öncelikle hakimin bu konuda somutlaştırma yapması için tarafı uyarması ve bu vakıaları tüm unsurlarıyla belirlemesini istemesi, özellikle ön inceleme aşamasında bu belirlemenin yapılması, buna rağmen davacının somutlaştırma yükünü yerine getirmemesi durumunda davanın reddi gerekirken, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi, usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
(6100 S. K. m. 25, 27, 31, 107, 119, 137, 140, 194, 297, 320)

Dava ve Karar: Davacı, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ücret alacağı, mesai ücret alacağı, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil, yıllık izin, ikramiye alacağı, ila­ve tediye, bayram harçlığı, sosyal yardım, 1 Mayıs ödeneği ile öğrenim yardımı alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin, davalıya ait işyerinde yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmelerinden doğan ücret ve ücret farkı, ikramiye, sosyal yardım alacağı, 6772 sayılı Kanun`dan kaynaklanan ilave tediye alacağı ile fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil ve izin ücretlerinin toplu iş sözleşmelerine uygun şekilde hesaplanmadığını ve ödenmediğini ileri sürerek, öncelikle toplu iş sözleşmeleri uyarınca ödenmesi gerekli yevmiyelerinin belirlenmesini, dava konusu alacak­lardan varsa yapılan ödemelerin mahsup edilmesini ve bakiye miktarların belir­lenerek işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının taleplerinde haksız olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı ge­rekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 194. maddesinde, somut­laştırma yükü düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrası uyarınca, taraflar dayandıkları vakıaları, ispata elverişli bir şekilde somutlaştırmakla yükümlüdür. Madde gerekçesinde, maddenin ihdas amacının, uygulamada genel geçer ifa­delerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geç­mek olduğu belirtilmiştir. Gerekçenin devamında, "Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yar­gılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabil­mesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Genel geçer ifadelerle, somut bir şekilde ortaya koymadan iddia veya savunma amacıyla vakıaların ileri sürülmesi durumunda, yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacağı gibi, vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araş­tırma yapılması ve zaman kaybedilmesi söz konusu olacaktır. Taraflar, haklarını dayandırdıkları hukuk kuralının aradığı koşul vakıalara uygun, somut vakıaları açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu vakıaların somut olarak ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yüktür; bu yükü yerine getirmeyen sonuçlarına katlanacaktır." şeklindeki ifadelere yer verilerek somutlaştırma yükünün anlam ve önemi vurgulanmıştır.

6100 sayılı Kanun`un 119/1-e. maddesi uyarınca da, davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin dava dilek­çesinde yer alması zorunludur. Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 25. maddesi gereğince de hakim, tarafların ileri sürmediği vakıaları ve söylemediği bir şeyi dikkate alamaz, hatırlatmada dahi bulunamaz ve hakimin kendiliğinden delil toplaması da mümkün değildir. Kanunda vakıaların açık ve somut olarak gös­terilmesi yeterli görülmemiş, 6100 sayılı Kanun`un 119/1-f hükmünde ayrıca, açık ve somut olarak gösterilmesi gereken her bir vakıanın hangi delille ispat edileceğinin de belirtilmesi aranmıştır. Keza, bu durum, yukarıda açıklanan 194. maddenin ikinci fıkrasının da tereddüt uyandırmayacak derecede açık hükmü­nün bir gereğidir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, davacı, dilekçesinde talebinin dayanağı olan vakıaları tek tek, açık ve somut olarak göstermek ve her bir vakı­anın hangi delillerle ispat edileceğini de somut olarak belirtmek durumundadır. Bu eksiklikleri gidermenin yolu, 119. maddenin 2. fıkrasındaki süre vermek de­ğildir. Zira, Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 119`da dilekçedeki eksiklik halinde ne yapılması gerektiği maddenin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Bu fıkraya ve mad­denin gerekçesine bakıldığında, Kanun koyucunun, dilekçedeki bazı eksikliklerin bir haftalık süre verilerek tamamlanması, tamamlanmadığı takdirde de davanın açılmamış sayılması gerektiğini kabul ettiği görülmektedir. Bunlar, 119. mad­denin 1. fıkrasının (b), (c), (ç), (ğ), (h) bentlerindeki hallerdir. Bunun dışındaki hallerde ne yapılacağı 119. maddede belirtilmeyip ya ilgili özel kanun hükmüne (örneğin, dava değerinin gösterilmemesi halinde Harçlar Kanunu hükümleri) veya diğer hükümlere başvurulması gerekmektedir. Dilekçede vakıaların hiç ya da somut olarak gösterilmemesi ve delillerle bağlantı kurulmaması halindeki özel düzenleme ise 194. maddedir. Dolayısıyla bu hükümden hareketle sorun çözülmelidir.

Daha önce doktrinde ve kısmen yargı kararlarında zikredilen somutlaştır­ma yükü, 6100 sayılı Kanun ile birlikte açık bir kanunî düzenlemeye kavuşmuş­tur. Ancak, bu noktada iddia yükü ile somutlaştırma yükünü birbirinden ayırt etmek de gerekir. Dilekçede hiçbir vakıaya veya hukukî nitelikte vakıa sayılacak iddialara yer verilmemişse, o zaman "iddia yükünün" yerine getirilmemesinden; belirli vakıa iddiaları mevcut olmakla birlikte, bunların somut ve açık şekilde gösterilmemesi (ve delillerle bağlantı kurulmaması) halinde ise, somutlaştırma yükünün yerine getirilmemesinden söz edilir (O. Atalay, Menfi Vakıaların İspatı, İzmir 2001, s. 22 vd.; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 664 vd.). Bu her iki yük de usulü yükler olmakla birlikte, sonuçları ayrı değerlendirilmelidir. İddia yükünün yerine getirilmemesi halinde, gerçek anlamda bir vakıa iddiası mevcut değildir ve Hukuk Muhakemeleri Kanu­nu m. 25 gereğince hakimin mevcut olmayan bir vakıaya dayanması, hatta bunu hatırlatması mümkün olmayacaktır. İddia edilmeyen bir şeyin ispatına yönelik faaliyetten de söz edilemez. Kısaca, iddia yoksa, ispat da yoktur (Atalay, s. 27- 29; B. Umar, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 139, 144). Bu sebeple, iddia yükünün yerine getirilmemesi halinde, dilekçeler teatisi aşamasında bu eksiklik tamamlanmamışsa (ki iş yargılamasında basit yargılama usulü uygulandığından dilekçeler teatisi olarak ancak birer defa dilekçe vermek mümkündür), bu aşamadan sonra başkaca bir inceleme yapmadan, işin esasına girmeden, davanın "iddia yükü yerine getirilmediğinden usulden reddi" gerekir (Umar, s. 139). Çünkü, esasa girip ne ön inceleme ne tahkikat konusu yapılacak bir vakıa mevcuttur.

Davacının dilekçesinde talebine dayanak yaptığı bazı iddialar (vakıalar) olmakla birlikte, bunlar somut ve açık değilse, o zaman somutlaştırma yükünün yerine getirilmemesinden söz edilmelidir. Somutlaştırma yükü yerine getirilme­den ne karşı tarafın sağlıklı savunma yapması ne de sağlıklı bir hüküm verilmesi mümkündür. Çünkü, karşı tarafın hukukî dinlenilme hakkının gereği olarak açık­lama ve ispat hakkını kullanabilmesi için, öncelikle kendisine yöneltilen iddialar hakkında tam olarak bilgilenmesi zorunludur (m. 27). Keza, hükümde nelerin yer alması gerektiğini belirten Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 297 gereğince, tarafların iddia ve savunmalarının, uyuşmazlık noktalarının, hükmün dayandığı ve sabit görülen vakıaların, tam olarak gösterilmesi aranmaktadır (m. 297/ 1-c). Somut vakıalar olmadan, hakimin sağlıklı ve somut bir karar vermesi de müm­kün değildir.

Davanın dayanağı olan vakıaların soyut olarak gösterilmesi yetmez, bu vakıaların ispata elverişli şekilde zaman, mekan ve içerik olarak somutlaştırılma­sı zorunludur. Somutlaştırmak, bir iddiayı, zaman, mekan, kişi, oluş şekli gibi un­surlarıyla algılamaya, anlamaya, tartışmaya, ispata elverişli şekilde ortaya koy­maktır. Vakıaların somutlaştırılmasından sonra, karşı tarafça savunma yapılabilir ve mahkemece bir vakıa tam olarak algılanabilir, ispat faaliyeti yürütülebilir ve vakıa üzerinde inceleme ve tartışma yapılarak karar verilebilir

(Atalay, s. 31 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 665). Soyut ve genel ifadelerle dilekçe yazmak, tarafın kendi bilmediği bir şeyi karşı tarafın bilmesini ve mahkemenin de talepte dahi bulunanın bilmediği, somut olarak ileri sürmediği, belirsiz bir şeyden sonuç çıkarmasını beklemek anlamına gelir ki, bu durum hukuk kuralları bir yana man­tık kurallarıyla da bağdaşan bir durum değildir. Yargıtay`ın yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere, dava malzemesini getirmek tarafların, hukuku uygulamak mahkemenin işidir. Taraflar dava malzemesini eksik değil, tam olarak getirmek durumundadırlar. Unutmamak gerekir ki, talebin tam tespit edilemediği belirsiz alacak davasında dahi, talep konusu belirsiz olsa dahi, Kanun hukuki ilişkinin belirtilmesini zorunlu kılmıştır (HMK m. 107). Çünkü, kişi, belirsiz ve bilinmeyen bir hukukî ilişki ve vakıadan hareketle bir talepte bulunamaz.

Somutlaştırma yükü de iddia yükü gibi usulü bir yük olmakla birlikte (Atalay, s. 36), sonucu iddia yükünden farklıdır. İddia yükünde ortada bir vakıa yokken, somutlaştırma yükünde bir vakıa mevcut, ancak kanunun aradığı şe­kilde açık ve somut değildir. Bu durumda, özellikle hakimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) ile ön inceleme hükümleri (HMK m. 320, 137, 140) dikkate alınmalıdır. Çünkü, "maddi ve hukuk açıdan belirsiz yahut çelişkili" hususlarda hakim davayı aydınlatmak durumundadır (V. Karaaslan, Medeni Usul Hukukunda Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara 2013). Somut olmayan vakıalarda, maddi ve belirli ölçüde hukuki belirsizlik mevcuttur, bu belirsizliğin giderilmesi gerekir. Bu belirsizlik dilekçelerin verildiği aşamada giderilebileceği gibi, özellikle gerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 320 gerekse m. 137 ve 140 hükümleri gereğince, hakim tarafından bu konuda çaba gösterilmesi gerekir. Çünkü, ön incelemede tarafların iddia ve savunmalarının tespit edilmesi, anlaştıkları ve an­laşamadıkları noktaların tek tek belirlenmesi gerekli ve zorunlu olup bu aynı za­manda hakimin ödevidir. Bu çerçevede hakimin ön incelemede mutlaka somut­laştırmayı sağlaması gerekir. Bu sebeple, sadece tarafların dilekçelerini tekrar ettikleri yönündeki beyanların tutanağa geçirilmesi veya soyut ifadelerle tespit yapılması yeterli değildir. Bu, mahkemenin yargılamayı yürütmesi bakımından sağlıklı olmayacağı ve Kanuna aykırı olacağı gibi, Yargıtay denetimine elverişli bir durum da oluşturmayacaktır. Bunun gibi, tarafların üzerinde bulunan yükleri (iddia, somutlaştırma ve ispat yükü) ve hakimin görevi ve ödevini bilirkişinin üzerine yıkarak, bilirkişinin bu tespitleri yapması da beklenemez ve bu tespitlere göre de dava yürütülemez. Zira, tarafın iddiası olmayan veya somutlaştırmadı­ğı bir hususu, bilirkişi incelemez, değerlendiremez; bilirkişi hakimin yerine de geçerek davayı aydınlatamaz, uyuşmazlık ve vakıa belirlemesinde bulunamaz. Bilirkişi ancak, var olanı inceleyebilir, açıklayabilir, teknik bilgisiyle istenen hususu tespit edebilir. Başlangıçta taraflarca ve hakim tarafından gerçekleştirilmeyen bu işlemlerin sonradan bilirkişi marifetiyle giderilmesi usulen mümkün değildir.

Eğer somutlaştırma yükü, hakimin davayı aydınlatma ödevi ve ön ince­lemedeki görevine rağmen, davacı tarafından yerine getirilmemişse, o zaman bu yüke bağlanan yaptırım ortaya çıkacaktır. Somutlaştırma yükünün yerine getirmemenin yaptırımı, ispat yükünü yerine getirmemektir. Bu ise, aslında va­kıanın ispata elverişli kabul edilememesi ve bunun sonucu olarak da belirsizlik rizikosuna katlanma şeklinde gerçekleşecektir. Böyle bir durumda, somutlaş­tırma yükü ve dolayısıyla ispat yükü yerine getirmediğinden, ispat edilemeyen davanın reddi sonucu doğacaktır ki, bu da davanın esastan reddi olup işin esası bakımından kesin hüküm oluşturacaktır. (Atalay, s. 36; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 666; Umar, s. 144).

Sonuç olarak dava dilekçesinde, gerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 119/1-e gerekse m. 194 gereğince somutlaştırma yükünün yerine getirilmemiş olması halinde, önce hakim davayı aydınlatma ödevi ve ön incelemedeki gö­revi gereği, somut olmayan hususların belirlenmesini (yeni bir vakıa meydana getirmeden, sadece mevcut vakıa kapsamında) davacıdan istemeli, bu eksiklik tamamlanırsa yargılamaya devam edilerek karar verilmeli, bu eksiklik tamam­lanmaz, somutlaştırma gerçekleşmezse, ispatsız kalan davanın reddine karar verilmesi gereklidir.

Somut olayda, dava dilekçesinde, davacının bir kısım işçilik alacaklarının, işyerinde yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmelerine uygun şekilde hesaplanma­dığı ve ödenmediği ileri sürülerek, yevmiyesinin toplu iş sözleşmelerine uygun şekilde belirlenmesiyle varsa işverence yapılmış ödemelerin mahsup edilmek suretiyle dava konusu alacakların hüküm altına alınması talep edilmiştir. Dava dilekçesi, soyut ve genel anlatımlar içermektedir. Hangi toplu iş sözleşmesine dayanıldığı, ödenmeyen unsurların neler olduğu belirtilmemiştir. Keza "varsa işverence yapılmış ödemelerin mahsup edilmesi" gibi belirsiz ve soyut vakıa ileri sürülmüştür. Davacının yevmiyesinin ne suretle eksik belirlendiği, işçilik alacaklarının hesaplanmasında ve ödenmesindeki toplu iş sözleşmelerine ay­kırılıkların neler olduğu ile ilgili maddi olgular ve olaylar hakkında bir açıklama yapılmayarak davanın dayandırıldığı vakıalar açık ve somut olarak ortaya ko­nulmamıştır. Anılan sebeple, dava dilekçesinde, somutlaştırma yükümlülüğünün yerine getirilmediği anlaşıldığından, öncelikle hakimin bu konuda somutlaştırma yapması için tarafı uyarması ve bu vakıaları tüm unsurlarıyla belirlemesini iste­mesi, özellikle ön inceleme aşamasında bu belirlemenin yapılması, buna rağmen davacının somutlaştırma yükünü yerine getirmemesi durumunda davanın reddi gerekirken, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi, usul ve ka­nuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden bozulma­sına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 14.10.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.